Bazı şehirlerin bir sesi vardır; sokaklardan yükselir, martılardan, tramvaylardan, rüzgardan, insanların telaşından akar gelir kulağına… İstanbul’un sesi ise gecce olunca bambaşka bir hale bürünür. Gündüzün karmaşasını örten bir örtü gibi, akşamın koyu mavisi tüm şehri usulca sarar ve İstanbul sanki kendini sadece o an ifşa eder. İşte ben de o gerçek İstanbul’u yakalamak için çıktım yola geçtiğimiz günlerde.
Rotam Sarıyer’de, Boğaz’a tepeden bakan büyülü bir konumda yer alan Six Senses Kocataş Mansions’tu. O tarihi yalıların taş duvarlarının ardında gizlenen, ağaçların arasından Boğaz’ı selamlayan ve geccenin ritmini incelikle işleyen o eşsiz mekan: SAX.
Daha kapısından içeri girer girmez başka bir dünyaya adım atmış gibi hissettim kendimi. Zamanın akışını yavaşlatan, sessizliğiyle bile içinize işleyen o tarihi doku, modern bir zarafetle buluşmuş burada. Boğaz'ın meviliğinden süzülen ışıklar, taş duvarlarda kırılıp dans ediyor; sanki her köşe başlı başına bir sahne, her masa bir hikaye anlatıyor. İnsan ister istemez gözlerini oradan oraya gezdiriyor, ruhunu mekanın estetiğine bırakıyor.
Barda oturup ilk kokteylimi sipariş ettiğimde, barmenin gözlerinde bile bu mekanın ruhu vardı. İmza kokteyllerden birini önerdi, ben de içimdeki merakla teslim oldum. Daha ilk yudumda o kokteyl, içimde tatlı bir kıpırtı başlattı. Sonra masama geçip geccenin tadını çıkarmaya karar verdim.
Lezzet, Zarafet ve Şef Melike Önal’ın Dokunuşu
SAX’in menüsü tam anlamıyla bir şiir. Şef Melike Önal’ın ellerinden çıkan tabaklar yalnızca damağa değil, göze, kalbe de dokunuyor.
Başlangıç olarak, o karamelize keçi peyniri ve cevizle hazırlanan, poşe armutla sunulan salata... Yazın hafifliğini, meyvenin baştan çıkarıcılığını, keçi peynirinin asi karakterini aynı anda tattıran bir lezzet. Ardından gelen trüflü humus, “humus” dediğimizde aklımıza gelen tüm o tanıdık hisleri yeniden inşa ediyor. Trüfün topraksı kokusu humusun kremamsılığıyla öyle güzel dans ediyor ki, tabaktan çatalımı kaldırmak istemedim.
Sonra trüf mantarlı arancini… Dışının narin çıtırlığı, içinin o yoğun aroması ile tam bir mutluluk topu. Shrimp linguine ise zencefilli sosla hazırlanmış; bildiğiniz karidesli makarnaları unutturacak kadar dengeli, ferah ve aromatik. Ve finalde tatlı… Honeycomb Basilico çikolata; basil yani fesleğenin şekerli çikolata ile nasıl büyülü bir uyum yakaladığını görmek inanılmazdı. Creme brulee de hem klasik, hem SAX’e özgü bir dokunuşla masaya gelince, geccenin finali için daha iyisi olamazdı.
İstanbul Gecceleri ve SAX’te Yaşanan O “An”
Ama SAX yalnızca iyi yemeklerin olduğu bir restoran değil. O yüzden bu kadar etkileyici… Burada müzik var; bazen bir DJ setiyle Boğaz’a karışan ritim, bazen yumuşak bir caz melodisi. Mum ışığında parlayan masalarda, fonda usul usul ilerleyen notalar eşliğinde sohbet ediyorsun, kadeh tokuşturuyorsun. Gözlerin ara sıra uzaklara, ışıklarla süslü suyun üstüne takılıyor. Ve fark ediyorsun ki, burada geçen zaman aslında yalnızca saatlerle ölçülemiyor.
“A Room With Soul”… SAX’in duvarında yazan bu söz boşuna değil. Gerçekten de burada sadece yemek yemiyor, müzik dinlemiyor ya da manzaraya bakmıyorsun. Burada 'ol'uyorsun. Gerçekten, tam anlamıyla “burada”… O anı yaşarken, hayatını kutlarken.
Hafta sonları canlı müzik performansları var; Cuma ve Cumartesi akşamları saat 21.00’den sonra mekan tam anlamıyla başka bir atmosfere bürünüyor. Sanki Boğaz’ın üzerindeki tüm yıldızlar biraz daha yakına geliyor, o melodilerle birlikte masanızın üstüne iniyor. Eğer şansınız varsa, SAX’in happy hours saatlerinde gelin (17:00-19:00), güneşin batışını seyrederken günün ilk ritmini içinize çekin. Sonrasında uzun bir akşam yemeğine kalın, belki geccenin sonunda kendinizi sahne kenarında ritim tutarken bulursunuz.
SAX, İstanbul’un karmaşasından sadece birkaç kilometre ötede, ama ruhundan tam kalbinde bir yer. Kalabalıklardan uzak, yeşilin içinde, tarihle örülü ve modernlikle işlenmiş bu mekan; aşkı, dostluğu, hayatı kutlamak için bundan daha doğru bir yer olabilir mi bilmiyorum.
Benim için öyle oldu. Oradan çıkarken içimde hala çalan bir melodi, damağımda tarifsiz tatlar, zihnimde mum ışığında parlayan gülüşler vardı. İstanbul geccelerinin bana tekrar ne kadar güzel olabileceğini hatırlattı SAX.
Eğer yolunuz düşerse, mutlaka bir masa ayırtın. Sonrası mı? Zaten SAX size nasıl hissettireceğini çok iyi biliyor…