Soru ironik gibi görünse de gerçekten sorulması gereken bir sorudur.
Kral XVI. Louis’in ünlü eşi Kraliçe Marie Antoinette, aslında hiç sarf etmediği bilinen bu sözle anılır. Efsaneye göre, Fransız halkının ekmek bulamadığı kendisine söylenince, “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler,” demiştir.
Hikâyenin Fransız versiyonunda ise bol tereyağı ve şekerli bir çörek yemelerini söylediği rivayet edilir. Aslında bunu söylediğine dair hiçbir kanıt olmasa da, dönemin Fransız monarşisinin vurdumduymazlığına ve gerçeklerden uzaklığına iyi bir örnek olmuştur.
Ekmek çok önemlidir.
Halkın ekmeğine önem vermek gerektiğini ilk idrak eden imparator Augustus’tur. Halkını, sokaklara kurduğu muazzam ziyafet sofralarıyla ve arenada yapılan gladyatör gösterileriyle hoşnut etmeye çalışmasıyla tanınır. Miladi yıllarda başlattığı bu gelenek, yüzyıllarca Roma imparatorlarınca devam ettirilmiştir.
Ancak Marie Antoinette, kendi döneminde, halkın sevdiği bu usullerden uzaklaşmış bir monarşinin içindeydi. Bu nedenle de bir zaman sonra Fransız Devrimi'nin kurban ettiği bir imparatoriçe olacaktı. Monarşinin birçok günahı da onun ölümü üzerinden temizlenecekti.
Kaderi daha doğarken tayin edilmişti.
Avusturya Arşidüşesi Maria Antonia Josepha Joanna olarak 2 Kasım 1755'te Viyana'da doğmuştu. Ve doğduğu gün, şanssız bir geleceği gösterecek kadar uğursuz bir gündü. Çünkü otuz bin kişinin öldüğü bir depremin hemen arkasından doğmuştu. Halbuki ailesi, Habsburg İmparatoriçesi Avusturyalı Maria Theresa ve Kutsal Roma İmparatoru I. Francis’ti. Bu görkemli ve kudretli aile, müstakbel Fransa kraliçesinin doğumuna çok sevinmişti.
Ancak Maria Theresa pek sevecen bir anne değildi. Marie Antoinette onun için, "İmparatoriçeyi seviyorum ama uzaktan bile olsa ondan korkuyorum; ona yazarken kendimi asla tamamen rahat hissetmiyorum" demişti.
Avusturya arşidüşesliğinden Fransa sarayına geçişi ise zor olacaktı. Bu sarayda genç kadının mahremiyeti hiç kalmamıştı. Yemek yerken, giyinirken, yataktan kalkarken, hemen her yerde bir grup insan etrafında toplanıyor ve onu izliyordu. Soylular için bu durum kendilerine yapılmış bir iltifattı. Kraliçeye ne kadar yakın olurlarsa o kadar iyiydi. Fransız sarayının abartılı saçları ve makyajı ise alışması gereken başka zor alışkanlıklardı.
Daha Versay’a alışamamış olan Marie Antoinette’ten, kraliçe annesinin beklentisi çok büyüktü. İmparatoriçe, onun Habsburg çıkarlarına uygun olarak siyaset yürütmesini bekliyordu. Halbuki Fransızlar, eskiden bu yana Avusturyalılardan hiç hoşlanmıyorlardı. Her şeye rağmen başlangıçtaki birkaç yıl, Marie için güzel geçti. Parisliler ilgiyle onu izliyorlardı. Gençti, güzeldi ve çok zarifti. Ancak kocasıyla arasında hep bir mesafe vardı.
Annesinin mektuplarıyla yaptığı yoğun baskı sonucunda, kocasına yakınlaşmak için elinden geleni yaptı. Ama uzun yıllar bunu başaramayacak ve dolayısıyla çocuğu da olmayacaktı. Ancak tek sorunu bu değildi. Yaşlı kralın metresi Du Barry ile düşman olmuştu ve bu süreçte canını çok sıkacaktı. Annesinin tavsiyesi ile bu sorunu aştı. Yaptığı tek şey ise Du Barry’ye bir cümle söylemekti. Bu cümleyle sorunu çözmüş olsa da, kocası kral olur olmaz onu saraydan sürgün edecekti. Bu arada yaşlı kral, çiçek hastalığından ölmüştü.
Ancak soylu genç çiftin henüz çocuğu olmamıştı.
Yedi yıldır evliydiler ve monarşi onlardan veliaht bekliyordu. Sonunda Maria’nın kral kardeşinin verdiği taktiklerle aralarındaki sorunu çözdüler ve çocukları olur, hem de 4 tane...
Ancak, kraliçe çocuk açısından rahatlasa da halkı tarafından dikkatsiz bir savurgan olmakla suçlanıyordu. Bu suçlama da onu sevmeyen saray halkının, büyük katkısı vardı. Ancak, Louis tarafından kendisine düğün hediyesi olarak verilen kişisel küçük sarayının kapalı kapılarının ardında kâğıt ve bilardo oyunlarının keyfini çıkarmasının ünü, herkes tarafından duyulmuştu. Marie Antoinette'in kumar oynaması, kraliyet daireleri için yaptırdığı mobilyalar, yeni elbiseler için yaptığı harcamalarla birleşince, birçok kişi tarafından kınandı. Çünkü ülke, iflasa doğru sürükleniyordu. Kraliçe, kraliyet hanesindeki tek müsrif olmasa da yine de kraliyetin savurgan harcamalarının bir sembolü olarak görüldü ve kendisine 'Madam Deficit' bir anlamda, bayan zarar, adı takıldı. Bütün bunlar olurken, Marie Antoinette'in sık sık hayır kurumlarına bağışta bulunduğunu ve hayırseverlik faaliyetlerinde bulunduğunu da belirtmek gerekir.
1785'te ortaya çıkan bir elmas kolye meselesi, kraliçenin zaten kaybolmakta olan itibarının son noktası gibi görünüyordu. Pahalı bir kolyeyi elde etmek için, sahte imzasını kullanan dolandırıcıların karıştığı olayda, masum bir kurban olmasına rağmen, genç kraliçe bu skandal için herkes tarafından suçlandı. Harcamaları mercek altına alındı ve abartıldıkça abartıldı ve ne yaptıysa imajını düzeltemedi. Devrimin arifesinde kraliçe o kadar hor görülüyordu ki halka açık etkinliklerde görünmeyi bırakmak zorunda kaldı. Artık kötü gidişatın tüm suçu onun üzerindeydi.
Ve sonunda monarşi düşer
1788'de Fransız maliyesinin kötü durumu, kralı bir Genel Kurul toplantısı yapmaya zorladı. Marie Antoinette ise toplantı öncesinde, halkın desteğini kazanmak için, en istenen maliye bakanı Jacques Necker’in yeniden göreve gelmesini sağladı. Bu başarılı bir hamleydi. Atama, borsayı yükseltmiş ve halkı memnun etmişti. Ancak artık çok geçti. 4 Mayıs günü milletvekillerinin geçit yürüyüşüne öncülük eden, kraliçe, hiç alkışlanmadı, halbuki aynı kalabalık biraz önce vekilleri çılgınca alkışlamıştı
Bu sırada ölen iki çocuğu bile halk tarafından önemsenmedi. Fransızlar o sırada yeni anayasa ve ekmeklerinin derdindeydiler.
Böylece 14 yaşında saraya gelen, evliliği mutsuz başlayan bu düşman Avusturyalı kadın, hem borç batağındaki ülke de lüks yaşantısı, hem de mobilya zevki ve pahalı yiyeceklere düşkünlüğü ile halkın öfkesinin odağı olmuştu.
Kraliçe, tatlıya olan sevgisiyle bilinirdi, sevdiği pasta ve tatlıları bizzat pişirirdi. Yapmayı en sevdiği tatlı ise hafif ve hoş lezzetli bir bezeydi. Versay’da kendine ait bir bölüm arazide sebze yetiştiriyor ve aslında saray mutfağına da katkıda bulunuyordu.
Ancak halk, saray monarşisinin havai ve lüks merakı olarak gördüğü bu köy yüzünden de kraliçeyi suçluyordu. Aslında kötü giden her şeyin sebebi oydu, halk için. Üstüne bir de o sene, ekmek fiyatlarının, kötü hava koşullarından kaynaklanan rekoltenin düşüklüğü nedeniyle, artması eklenince, öfkenin boyutu iyice arttı. Fransa halkı, her gün kişi başı bir ya da bir buçuk kilo ekmek yiyordu. Çünkü doymak için en ucuz yol buydu. Fakir halk besin ihtiyacını bu yolla sağlıyordu. Ekmek fiyatı iki katına çıkınca, halkın büyük bir kısmı aç kaldı ve arkasından devrim geldi.
Kıtlığın sebebi tabii ki yine kraliçe (!) idi
Ancak kralda bu lüks düşkünü karısına engel olmadığı için suçluydu. Paris halkı Ekim 1789'da Bastil düşünce ve tümüyle ekmeksiz kalınca, on bin kadın başta olmak üzere halk Versay’a yürüdü. Amaçları kralı başkente getirip duruma çare bulmasını istemekti. Öyle de oldu. Kral söz verdi ama aynı gün gece olunca, halk sarayı işgal etti. Kalabalık neredeyse kraliçeyi öldürüyordu. Olay 50 yük arabası buğdayla, o anlık çözüldüyse de olaylar durmayacaktı. Meclis yeni kararnamelerle tüm asalet unvanlarını ve rütbeleri kaldırdı. Ayrıca Katolik kilisesini de devlete bağladılar ve onda birlik vergi toplamasını yasakladılar. Manastırlar kapatıldı, tüm kilise mallarına el kondu ve bunlar ulusal borcu ödemek için satıldı.
Başlarına gelebileceklerden korkan kraliyet ailesi 1791’in haziran ayında kaçmaya teşebbüs etti. Ama neredeyse kaçacakken, Varren‘de yakalandılar. Bu konuyla ilgili çok sayıda efsane anlatılır. Kimisi kralın oralardaki bir kasabanın ünlü domuz paçasını tatmak için durduğunu kimisi de peynir yemek için durması nedeniyle yakalandıklarını anlatır. Ancak muhtemelen ağır yükleri nedeniyle yavaş hareket etmelerinden yakalanmışlardır.
Çeşitli olayların ardından, Ulusal meclis eylül ayında anayasal monarşiyi sonlandırarak Fransa’da cumhuriyeti ilan etti ve Fransız orduları savaşta zaferler kazanmaya başladı. Devrim böylece kurtuldu.
Ancak kral ve kraliçe için son yaklaşmıştı.Önce hapsedildiler, sonra kral yargılanıp giyotine gönderildi. Artık isyancılar geri dönülemez noktaya gelmişlerdi. Ondan sonra da kraliçe aynı akıbete uğradı. Sonra oğulları hastalanıp öldü.
Eşitlik ekmeği hayal kırıklığıydı
Bundan sonra isyancıların, Cumhuriyeti inşa etmek ve ayakta tutmaktan başka çareleri yoktu.
Kararnameler çıkardılar. Ekmek ve diğer gıda malzemelerini denetlemeleri gerekiyordu. Ayrıca yeni bir kararname ile, eşitlikçi rejimde zenginliğin de yoksulluğun da yok edilmesi gerektiği için, artık zenginler için iyi undan yapılan ve yoksullar için kepekten yapılan farklı ekmekler olmayacaktı.
Tüm fırıncılar tek tip ekmek, eşitlik ekmeği, üretecekti ve aksi taktirde hapis cezasına çarpıtılacaktı. Ancak dörtte üç buğday dörtte biri çavdardan oluşan bu eşitlik ekmeği, sosyal eşitliğin herkes için aristokratlara özgü beyaz ekmek demek olduğunu sanan halk üzerinde tambir hayal kırıklığı yarattı.
Ekmek Fransa’da halen temel ve simgesel bir gıda maddesidir, ancak devrim dönemine nazaran çok daha az tüketilmektedir. Günümüzde bir Fransız günde ortalama 120 gramdan daha az yani 18. yüzyıldaki bir Fransıza göre çok daha az ekmek tüketmektir. Bu ekmeğin daha az sevildiğinden çok, yeme alışkanlıklarının geliştiği ve çeşitlendiği anlamındadır. Bugün her Fransız ekmek yer ve köylerde ayakta kalmayı başaran son işletmeler genellikle fırındır. Marketi, postanesi olmayan köylerde bile bir fırın mutlaka vardır.
Kısacası Fransızların masasının kutsalı sadece şarap ve peynir değil, ekmektir.
Ekmek yüzünden iktidarı kaybeden Fransa monarşisi, bunu zamanında anlasa bugün tarih bambaşka olabilirdi.