BU AŞK TRUVA’NIN FELAKETİ MİYDİ?
(SevgililerGününüz Kutlu Olsun)
Bu sorunun cevabını anlatacaklarım bittiğinde birlikte veririz, diyorum. Ve aşktan çokça bahsedeceğimiz bugünlere,ben de özel biraşk hikayesi anlatarak katkıda bulunmak istiyorum.
Önce bu üç bin yıllık aşk hikayesinin bize ulaşmasını sağlayan meşhur şairden biraz bahsetmeliyim.
İsmi Homeros’tur. Bu yazıda anlatacağım Paris ile Helen’in aşkını ilk olarak ondan duyarız. MÖ9. yüzyılda Smyrna’dayani bizim İzmir civarında yaşadığı düşünülen Homeros, iki büyük eseriyle ama özellikleasıl konumuz olanİlyada ileantik dünya tarihine imzasını atar. O günden bu yana da gündemden hiç düşmez. Yunan felsefesi, Yunan okulları bu bilgiyle şekillenir. Yüzlerce yıl bu destanları ezbere bilmeyene cahil gözüyle bakılır. Hocalar, konuşmalarını Homer dizeleriyle süslemeyenlerin retoriğini zayıf bulurlar. Güzel konuşmayı bilmeyenin insandan sayılmadığı dönemlerin baş aktörüdür bu uzun eser…
Peki, bizi niye bu kadar ilgilendiriyor derseniz, yazıldığı günden bu yana değerini koruyan buhikaye aslındaAnadolu halklarının trajikgeçmişidir.
Anadolu ve Yunan halkları arasında 9 yıl süren savaşın son51 gününü Homeros’un İlyada’sından dinleriz. Dinlerken dönemin geçmişine dair birçok ayrıntıyı da öğreniriz.
İlyada,o zamanın yazım geleneğine uygun olarak epik bir şiir olarak 24 bölüm ve 16 binden fazla dizeden oluşur.
Gelelim herkesi ilgilendiren büyük aşkın anlatımına…
Her şey Olimpos dağında gümüş ayaklı peri Thetis’le Kral Peleus’un düğün şöleninde başlar. Çiçeklerle süslü yemyeşil alana uzun uzun sofralar kurulur, üzeri çeşit çeşit yiyeceklerle donatılır. Tüm tanrı ve tanrıçalar davetlidir ve bu güzel düğünde herkes oradadır.
Ancak bir tek fitne fesat tanrıçası Eris çağırılmaz. Bu duruma çok kızan tanrıça hemen bir fitne düşünür. Üzerinde “En güzel Tanrıçaya” yazan altın bir elmayı ziyafet sofrasının ortasına bırakır. Bütün tanrıçalar elmayı almaya çalışırancak Athena, Hera ve Aphrodite varken hiçbirine sıra gelmez. Bu kudretli üç tanrıçabüyük bir tartışmaya girince, hakem olması için Zeus’a giderler.
Zeus; bu üç kudretli kadını karşısında görünce, tüm akıllı erkeklerin yapacağı gibi, kararı adil birisine bırakacağını bildirir.
Bu kişi İda dağı çobanı Paris’dir.Bu sırada çoban Paris,nymphe Oinone ile sevgilidir.Ancak ansızın üç tanrıçayı karşısında görünce dili tutulur. İçlerinden birini seçmesi gerektiğini öğrenince ise çok korkar, ben seçemem, der. Ancak tanrıçalar onu zorlar. Üçü de seçilmek için çeşitli cazip vaatlerde bulunur.Ancak Paris Aphrodite’yi seçer. Çünkü o, dünyanın en güzel kadınının aşkını vermeyi teklif etmiştir.
Doğal olarak sevgilisi Oinone’yi bir anda unutan Paris artık bu yeni aşkının hayaliyle yanıp tutuşur.
Sonunda bir yarış bahanesiyle Truva’ya doğru yola çıkar. Bilmez ki aslında kendisi Truva Kralı Priamos’un oğludur. Doğmadan önce annesi bir rüya görmüş, kahinlerde bu rüyayı yorumlayıp, doğacak çocuğun Truva’yı yok edeceğini bildirmişlerdir. İşte Paris, ölsün diye İda dağına bırakılan o çocuktur. Ölmemiş ve o gün yarışları kazanıp anne babasının karşısına çıkmıştır. Onun oğulları olduğunu öğrenen Kral bu kez oğluna kıyamaz ve bağrına basar.
Nihayet prens olan Paris,Aphrodite’nin ona vaat ettiği Helen’in peşine düşebilecekgüçte idi. Ancak Helen Sparta kralı Menelaos’un karısıydı.Güzelliği dillere destan olanHelen aslında Zeus’la kraliçe Leda’nın kızıydı. Menelaos ise onunla evlenip kral olmuştu. On yıllık evlilikten Hermioneisimli bir de kızları vardı.
Ancak Paris,Aphrodite’nin de yardımıyla, muhteşem hediyeleri ile gelip bin bir iltifatla onun kalbini çelince ikisi birlikte Truva’ya kaçacaklardı. Onları karşısında gören Paris’in kral babası ise önce şaşıracak sonra olayı kabullenecekti.
Ancak bu olay burada bitemezdi elbette.
Yunan kralları savaş için toplanmakta gecikmediler ve Truva’ya doğru yelken açtılar.Yunanlıların geldiğini gören Anadolu halkları da toplanıp savaş için Truva’ya geldiler. Savaş başladı ama sadece halklar arasında geçmedi, tanrılarda mücadeleye müdahildi.
Dokuz yıllık savaş sırasında bir gün Paris Meneleos’a tam yenilecekken Aphrodite onu bir buluta sarıp kaçırdı. Paris o an için kurtulsa bile sonra zehirli oklarla vurularak öldürüldü.İki tarafın kahramanları dokuz yıl içinde birer birer hayatlarını kaybettiler.
Sonunda iki tarafta birbirini yenemeyeceğini anlayıp sulh oldular. Yunan Akhalar ayrılmadan Truva’ya hileli bir hediye yolladılar. Bu meşhur Truva atıydı. Ağaçtan yapılmış at içinde Akhalı savaşçıları saklamıştı. Gece herkes barışı kutlayıp sarhoş olup uyuyunca atın içinden çıkan askerler kapıyı Akhalılara açtılar. Bundan sonrası ise tam bir katliamdı. Truvalı bütün soylular ve savaşçılar öldürüldü. Gerisi ise esir alındı. Savaştan sağ kurtulan sadece bir prens vardı. Onun hikayesi ise bambaşka bir maceranın başlangıcıydı. Belki bir başka yazıda bahsederim.
Şimdi merak ettiniz Helen ne oldu diye, değil mi? Menelaos on yılın sonunda onu gerialır ve Sparta’ya birlikte dönerler.
Kehanet doğru çıkar,Truva yanar kül olur, felaket gerçekleşir…
Paris ve Helen aşkından geriye kalan ise Homeros’un dilinden üç bin yıllık bu eserdir.