• 04 ARALIK Çarşamba 13:18
  • HV
Advert

2. Kısım: Tarih ama hangi tarih?

İpek Kobaner
İpek Kobaner
Yayın Tarihi : 04-12-2023 17:10

Göbeklitepe tarihin başladığı yerdir tabii şimdilik. Bakarsınız daha da eskiye giden bir yer daha bulunur. Hem de Anadolu’da… Neden olmasın?  Çünkü önce Çatalhöyük sonra Göbeklitepe, dünyanın en eski yerleşimleri hep bizde. 

Girizgahımız yeterliyse, kaldığımız yerden devam edelim.  

Baktığımızda burayı kazan ve araştıran hocaların ortak söylemi, Göbeklitepe’yi hazırlayan öncü bir kültürün olmayışıydı. Bize böylesine devasa bir miras bırakan ama öncesi olmayan bir medeniyet, var mıydı gerçekten?

Varsa o önceyi nerede yaşamışlardı, burada mı yoksa başka bir yerde mi?

Bu sorunun cevabını arkeoloji dünyasının vermesi gerekir ama bugüne kadar bu sorunun cevabını verebilen olmadı. Çünkü cevap herkesin aklına gelen ama telaffuz etmekten çekindikleri bir şey olabilirdi. 

Aslında bu sorunun cevabını üstü kapalı bir şekilde, on dokuz yıl alanda çalışmış olan Klaus Schmidt’ in konuşmalarında bulmak mümkündü…Verdiği seminerlerde ve kazı sonuçları toplantılarında özellikle soruları cevapladığı bölümlerde bu konuda bazı açıklamalar yapmıştı. Söyledikleri çok ilginçti, oradaki bazı yönetici pozisyondakilerin başka boyutlardan gelen varlıklar olabileceğini, Göbeklitepe’nin bir boyut kapısı olabileceğinden heyecanla bahsetmişti. Hatta yuvarlak iç içe geçmiş duvarların dışarı kapalı iç bölgesinde ortada duran ve diğerlerinden uzun olup karşılıklı duran iki farklı T sütunun o farklılığı temsil ettiğinden bahsetmişti. İki saygıdeğer ve çevresinde seçilmiş bir grup… Ne yazık ki bu açıklamaları yaptıktan kısa bir süre sonra da çıktığı bir tatilde kalp krizi geçirerek ölmüştü. Yaşasaydı belki söyleyeceği daha çok şey olacaktı, kim bilir? 

Gelelim hayvan kabartmalarına...

Göbeklitepe’nin duvarlarında çok sayıda hayvan motiflerine rastlarız. Bu yüksek kabartmalar o kadar incelikli çalışılmıştır ki hepsi saldırmaya hazır ve eril olarak yüksek bir sanatla işlenmiştir. Sanatçısı yaptığı işi iyi bilen ve hayvanların anatomisine hâkim birisi olmalıdır. 

O kabartmaları yakından görmek için yolumuz müzeye düşmelidir. Şanlıurfa müzesi son zamanlarda Türkiye’nin çeşitli illerinde yapılan modern müzelerden biridir. Göbeklitepe ören yeri burada birebir kopyalanmış, yakından görmemiz için bize sunulmuştur. Biraz önce bahsettiğim o sütunları da burada görmek mümkündür. Bu sütunlar stilize çizimlidir. Yukarıdaki yatay bölüm sembolik bir baş, dikey bölüm ise yine sembolik bir gövdedir. Bu kanaate iki yandan stilize gelen kollar ve önde birleşen eller vasıtasıyla varıyor araştırmacılar. Ana ören yerinde üç ila altı metreyi bulan bir yüksekliğe sahiplerdi. Daha önce dediğim gibi, dışa kapalı en iç bölmede ve ortada karşılıklı duran sütunlar diğerlerinden daha yüksek ve saygındılar. Çevresindeki genellikle on iki tane T sütun ise ortada duranlardan daha kısaydılar ve arkadaki duvara veya öndeki banklara gömülmüş olarak duruyorlardı. Aslında bu görüntü bize mistik bazı topluluklardaki törenlerini de hatırlatmaktaydı. Yine Schmidt ’in var sayımına göre ortada duran saygıdeğer varlıklar etrafındakilere bir nevi eğitim veriyor olabilirlerdi. Biz buna benzer görüntüleri binlerce yıl sonra Zerzevan Mithra tapınağındaki törenlerde görecektik. Ama oraya gelmeden önce belki Karahantepe kazılarında çıkanlara da bakmalıyız.

Anlatmaya başlamadan önce Karahantepe’yle ilgili bir girizgâh yapıp bilgi vermek faydalı olacaktır. Şanlıurfa’ya 55 km mesafede Tektek Dağları Milli Parkı içerinde bulunmuş Göbeklitepe ’ye benzer 250’den fazla dikili taşın yüzeyden görüldüğü bir ören yeridir. Yüzey araştırmaları ve jeomanyetik taramalar burada da dört bölüm olduğunu göstermektedir. 2019 yılında kazılara başlarken temel amaç Göbeklitepe’yi daha iyi anlayabilmekti. Ama daha kazı başlar başlamaz ilgi çeken çok önemli bir detayla karşılaşıldı. Daha önce Göbeklitepe ’de gördüğümüz özel bir ritüel alanı farklı bir şekilde ortaya çıkmıştı. Burada 8 çarpı 6 metre boyutlarında ana kayaya oyulmuş bir AB yapısı vardı. Özel amaçlar için inşa edildiği düşünüldü. Yapının ortasında boyun kısmı yılan gibi uzayan bir erkek başı ve karşısında 4 tane onun arkasında da 6 tane fallusa benzer dikilitaşlar vardı. Ayrıca bu yere, bir taraftan merdivenle iniliyor yine bir merdivenle öbür taraftan çıkılıyordu. Bu görüntü de araştırmacılara buraya giren kişiyle çıkan kişinin aynı olamayacağını düşündürüyordu. Çünkü içeride bir müddet kalınıyor, bir çeşit öğreti alındıktan sonra bambaşka biri olarak çıkılıyordu. Hemen yanındaki AD yapısıyla da aralarında bağlantı vardı. Orası da ana kayaya oyulmuş ama dikilitaşların arasına sekiler konulmuştu. Buradan da farklı alanları farklı işlevler için kullandıkları anlaşılıyordu. İki bölüm de birbiriyle bağlantılıydı. 

Karahantepe ’de bize bir nevi Göbeklitepe ‘de olduğu gibi farklı ritüellerin görüntüsünü veriyordu. Sanırız birbirini destekleyen bu yerler ileride çok daha derin bilgiler vermeye devam edecektir.

Tekrar müzeye dönecek olursak incelememiz gereken başka buluntulardan söz edebiliriz.

Şimdi ilginç bir adamdan bahsedeceğim size. Bu adamın günümüzden on iki bin yıl önceden kaldığı ortaya çıktı. Yaklaşık normal insan boyutlarında bulunan en eski ve en iyi korunmuş heykel olma özelliğini de taşıyor. 

Çıktığı yer Balıklıgöl’ ün kuzeyinde eski Urfa evlerinin altında su kaynağına yakın büyük bir yerleşim alanıdır. 1990 da çıkarılmıştır. Kireçtaşından yapılmış, derin göz çukurlarına da siyah obsidyen parçaları konmuştur. Bulunduğu yerin tabanının terazzo türü olması Göbeklitepe ’deki yer döşemesiyle benzerliğini ortaya koyar. 

Bu önemli heykel birçok açıdan düşündürücüdür. Heykelin belirgin bir gözü kulağı ve burnu vardır. Ama ağzı yoktur. Alışageldiğimiz gibi saçlı sakallı değildir. Ya saçsız sakalsızdır ya da bir çeşit bir öğretinin sonucu tıraş edilmiştir. Üzerinde de hırpani bir çuval benzeri bir giysi görülmez. Onun yerine üzerine oturan ve yakasında bir V şekilli bir takı veya giysisi vardır. Kollar yine yanlardan aşağıya uzatılmış ve önde tam da fallusun üstünde kenetlenmiştir. Adeta tutar gibidir. Ve biz bu görüntüyü büyük T sütunlarının üzerinde de görürüz. Baktığımızda yine ilginç olan burada yaşayanların heykel yapma bilgileridir. Evveli olmayan bu topluluk için son derece sanatkârane bir çalışma yapılmıştır. Tüm ayrıntısı ince ince işlenmiştir. Yani bir insanı betimlemeyi çok iyi bilmektedirler. 

O zaman neden T sütunları aynı şekilde insan görüntüsünde işlenmemiştir, sorusu akıllara gelmektedir. Elleri ve kolları işlenmiş bu sütunlar özellikle insan boyutlarında yapılmamıştı ve insan gibi işlenmemişti, nedenini düşünmekten kendimizi alamayız.  Schmidt’ in yorumu; orada tasvir edilen şeyin bambaşka ve belki de soyut bir şey olduğu ve onu tasvir etmek istemedikleri doğrultusundaydı. Dönemin mimarları ısrarla tüm açmalarda da bu tavırlarını sürdürmüşlerdi. Ya tam olarak onları görememişlerdi ya da tasvir etmekten bilerek kaçınmışlardı. Burayı ilk kazan arkeolog Klaus Schmidt “Hepsi sembolik birer insan, gözler, ağız, burun yok, bana kalırsa bu dünyaya ait değiller, spritüel bir yaşamdan geliyorlar yani bunlar insan da değiller, görünüşte insana benziyorlar ama değiller,” diye anlatmıştı.  

Her iki durumda da yaptıkları her şeyi bilerek ve anlamlandırarak yaptıkları anlaşılmaktaydı. Yani evveli olmayan bu topluluk sandığımız ilkel topluluktan belli ki çok daha fazlasıydı.

İnançların doğup geliştiği bu topraklarda böyle yapıların, böyle yerlerin çıkması manidar görünmekteydi. Burası tarihin bilinen başlangıcıydı; Mısır piramitlerinden yaklaşık 7 000 yıl önce yapılmıştı. Yine Göbeklitepe ‘ye benzeyen, İngiltere’deki Stonehenge ’de Dikilitaşlar ve üzerinde onları bağlayan yatay lento taşları bulunmuştu. Yine en eskisi 3100 yıllarına tarihlenmişti. Bu dikmelerin iç kısmında da daha küçük mavi taşlardan oluşan bir halka daha vardı. 

Dünyanın bilinen en eski bu yapılarına baktığımızda Göbeklitepe’nin eşsizliği bir kez daha ortaya çıkmıştı. Çünkü bildiğimiz tarihi en az yedi bin yıl daha geriye götürmüştü. Ve tüm aksamı Stonehenge ’den çok daha incelikli işlenmişti.

Göbeklitepe ile ilgili uzun süredir süren bir tartışma daha vardır. Acaba ören yerinin üstü açık mıydı yoksa kapalı mıydı?

Bazı arkeologlar konik biçimli çatı vardı ve ortadaki yüksek T sütunlarının çatıyı taşıdığını düşünüyor. Bu konik çatının yatay bir T sütun başlığına hatta ikisine birden dayandığını söylüyorlar. Öyle ise bu yapının parçalarının bugüne kadar bulunması gerekmez miydi? En küçüğü yirmi metrekare kadar olan bu yapıların üstünde bir çatı varsa üst yapı elemanının bir parçası bulunmaz mıydı?  Parçalanmışta olsa eminiz bazı parçaları bulunurdu kazılar esnasında. 

Bazıları da ahşap bir yapıyla kapanmıştı diyorlar. Öyle olunca da günümüze ulaşamayacağı tartışılıyor. Oysa bugüne kadar gördüğümüz tüm ahşap kapama malzemelerinin taş aksam üzerinde oturduğu bir yer vardır. Bu yer çoğu kez taşa oturacağı kadar yerin oyulması ile elde edilir. Bugüne kadar böyle bir aksam da görülmemiş Göbeklitepe ‘de.

Yuvarlak yapılar zaman içinde kapanmış yani bilerek toprakla doldurulmuş ve yakınında yenisi yapılmıştır. Belki gökyüzü hareketleridir bu yapılanmanın sebebi. Ayrıca bunu düşündüren yüksek veya alçak rölyefler sütunların üzerinde görülür. Bu görünüm üstünün açık olabileceğini düşündürür çoğu kez. Sanırım yeni buluntular gelinceye kadar bu konu netlik kazanamayacaktır. 

Hayvan motifleri de çok dikkat çekicidir.   

Göbeklitepe duvarları çok sayıda hayvan kabartmalarıyla süslüdür. Bunlar kimi zaman alçak kabartma olsa da bazıları da neredeyse heykel diyebileceğimiz kadar oyulmuşlardır. Özellikle leopar kabartmalı sütunun üstünde saldırmaya hazır hayvanın kaburga kemikleri bile tüm ayrıntıları ile yapılmış bir yüksek kabartma şeklindedir. 

Burada bulunan tüm hayvan motifleri eril ve saldırgan olarak yapılmışlardır. Yılanlar, tilkiler, aslanlar, kuşlar, domuzlar tehlikeleri kovmak amaçlı yapılmışlardır diye düşünülebilir. D yapısı her türlü hayvanın betimlendiği bir yer olmuştur. Simgesel anlamlarının da olduğu düşünülebilir. Bu kadar çok betimlenen hayvanlar bazı olayları ve mitleri simgelemiş olabilirler. Sümer tabletlerinde anlatılan Uruk kralının gençlik otunu yiyenin bir yılan olması ve kabuk değiştiren yılanın her zaman genç kaldığı düşünülmesi örneğinde olduğu gibi. Simge dilinin kullanıldığı düşünülebilir.

Yine Nevali Çori’den çıkan bir insan başı heykeli normalden büyük boyutta olup başının arkasında bir yılan motifi kabartması olduğu görülür. Ne ilginçtir ki günümüzde Hintli din adamlarının saçları da aynı şekil verilerek tıraş edilmektedir. Bu baştaki yılanın görüntüsünün de simge dilinin kullanıldığı yönünde bir veri olduğunu düşünebiliriz.

33 numaralı dikilitaş üzerinde çok karışık soyut ve somut betimlemelere rastlanır. Bunların rastgele kabartmalar olmadığı yapılan ince işçilikten anlaşılmaktadır.

Göbeklitepe aynı zamanda, çevre halkın şifasına inandığı bir yerdir. Hasta olanlar, çocuğu olmayanlar gelip burada dilekte bulunurlar. Burada kaldıklarında şifalandıklarına inanırlar. Özellikle çocuğu olmayan kadınlar tepenin üstündeki ağaca dileklerini bildirirler. Bunu yapmakta çok haklı sebepleri de vardır. Tamamıyla eril bir alan olan tepede tek dişi figürlü kabartma buradan çıkmıştır. Bir tabletin üzerinde doğum yapmak üzere olduğu düşünülen bir tasvirdir bulunan. Aslında tepenin diğer kabartmalarıyla benzerlik göstermez, bambaşka bir teknikle daha stilize yapılmıştır. Daha çok Maya ’ların ana tanrıça betimlemelerine benzemektedir. Böyle bakıldığında iki kültür zaman ve mekân olarak bambaşka olsa da kültürel benzerlikleri dikkati çekmektedir.

Peki burada nasıl kalıntılar bulunmuştu?

Hayvan kalıntıları var mıydı? Bu sorunun cevabı olduğu yönünde. Çok sayıda hayvan kemiği bulunuyor. Hepsi yabani hayvanlara ait. Otçul olup insanın evcilleştirdiği bir hayvan türüne de rastlanmaz. O dönem de insan inanılanın aksine avcı toplayıcı görünmektedir. Hayvanlara bolca rastlansa da henüz kap kacak, seramik yapımına da rastlanmaz.

Belki de inançları ve ritüellerini uygulamak isteğiyle kendilerine çözümler aradılar. Çünkü buraların inşasında bilen akıllar olsa da işçiliği yapacak insana ihtiyaç vardı. Bu insanlarsa henüz avcı toplayıcı olmaları nedeniyle yeterince vakte sahip değillerdi. Bir yandan da böyle bir yerde çalışmaları gerekiyor, bol miktarda yiyeceğe ihtiyaç duyuyorlardı. Bu durumda akıllara başka bir tezi getirmekteydi. Bugüne kadar önce yerleşik düzene geçtiler inançlar ondan sonra gelişti diye düşünülen olgu yoksa tam tersi miydi? O dönemin ilkel insanı bu çalışmaları yapabileceği zamanı oluşturmak için mi alternatifler aramıştı? O nedenle mi çözümler üretip beslenme sorununa kalıcı çözümler getirmeye çalışmışlardı? Bazı uzmanlar kesinlikle böyle olduğunu düşünüyor. Kanıtlamak mümkün olmasa da akla yatkın geliyor. Yani önce inançlar geliyor olabilirdi.

Buradaki açmaların hepsinin aynı zamanda yapılmadığını, süreç içinde görevini bitirenin yerine yenisinin açıldığını gözleriz ve bu durum bu şekilde bin yıla yakın sürer. Neye göre açılıp kapandığı da çözümlenmesi gereken sorulardan biridir. Cevabı gökyüzü olayları mı belirliyordu, yoksa başka bir şeyler mi vardı, bunu söyleyebilmek imkânsız. Ancak belli bir dönemin sonunda aşağı yukarı 8000 yıllarında Göbeklitepe tümden kapatılır. Öyle ki bu işlem orayı açmaktan çok daha meşakkatlidir. Beklenecek bir şey kalmadığından mı yoksa beklenen gelmediğinden umutlar mı kırılmıştır bilinmez ama bu geniş alan titizlikle kapatılır. Düzenli bir şekilde üzeri örtülür. Belki de günü zamanı geldiğinde yeniden açılmak üzere oralar terk edilir. 90.000 metrekarelik bu her yerden uzak, üzerinde herhangi bir yerleşim birimi olmayan bu geniş yer kapatılarak izi tamamen kaybettirilir. Artık on iki bin yıl sonra bulununcaya kadar saklı kalacaktır.

Bu yapıya en çok benzeyen yapı ise İtalya Monarca’da bulunur. Oradaki tablalar buranın T sütunları ile benzeşir. Bunlar iki sütun üzerinde uzanan tablalardır ve üzerinde yatay bir kısım vardır. Yani benzer ama işçiliği daha zayıf ve muhtemelen işlevi de tamamen farklı bir yer olsa gerekir.

Totemler ise büyük bir kuşun tutuğu insan kafası ya da bir hayvanın tuttuğu kafa görüntüsü daha sonra Çatalhöyük’te göreceğimiz kafa kültü betimlemeleriyle benzeşir.

Bazı megalitik yani büyük yapılarda görülür burada. Özellikle daha sonra batı Avrupa’da karşımıza çıkacak olan lumbarlara burada rastlarız. Bunlar mezar girişi olarak düşünülse de bu alanda mezar olmadığından arkalarındaki bir yere giriş sağladığı düşünülebilir. Bunlardan birisi arkaya yatık durumda bulunmuş üzerinde bir boğa başı ve iki tilki rölyefi vardır. Bir diğerinde ise tek örneğini burada gördüğümüz iki kapılı lumbar vardır. Üzerinde derin rölyeflerle yılan, boğa ve leopar görülür. Bekçi ve koruyucu görevindedirler. Yani mezarı olmayan bir yerde bir giriş kapısının olması özellikle iki kapılı olan girilen ve çıkılan bir yeri anlatır ama nereye girilip nereden çıkılıyordur? Bu soruların aklımıza gelmemesinin imkânı yoktur. 

Göbeklitepe’yi normal bir yerleşim alanı olarak düşünmek zor. Her şey monumental büyüklüktedir. Çevre yerleşmelerde binlerce yıl sonra bu yapıların daha küçük boyutlarına rastlamaktayız. Öğretilerin kaybolmadığının işaretini de böylece görmüş oluruz.

Alanın çok küçük bir bölümünün çalışıldığını düşünürsek, kazılar ilerledikçe tarihimizle ilgili daha çok bilgi sahibi olacağımızı düşünüyorum. 

Yaşamı içinde barındıran Anadolu’muz sırlarıyla biz şaşırtmaya devam edecektir. Yeni çıkan heykellerin yorumunu yazacağım başka bir yazıda buluşmak dileğiyle… 

  • Etiketler