Bazı şehirler, insanı ilk bakışta değil, ilk yükselişte etkiler. Wuppertal da onlardan biri. Almanya’nın batısında, Düsseldorf’a sadece 15 kilometre mesafede yer alan bu şehir, sabah trafiğini, iş çıkışını, yağmuru ve güneşi gökyüzünde karşılayan bir toplu taşıma sistemine sahip: Schwebebahn. Dünyanın hala çalışan en eski asma treni, 125 yıldır raylara değil, hayallere bağlıymış gibi süzülüyor.
Wuppertal’in adını belki daha önce hiç duymamış olabilirsiniz. Ancak bir gün yolunuz düşerse, bu trenle tanışmadan dönmeyin. Çünkü Schwebebahn yalnızca bir ulaşım aracı değil; çocukluğunuzun dönme dolabı, bir steampunk romanının dekoru, bir endüstri müzesinin içinden geçmiş bir şehir masalı.
Schwebebahn: Tren mi, Eğlence Parkı mı?
Tren ilk kez 1900 yılında Kaiser Wilhelm’in test sürüşüyle göğe yükselmiş. Bugün, modernize edilmiş vagonlar 8 ila 12 metre arasında değişen yüksekliklerde şehrin üstünde süzülürken, insan ister istemez zamanın üzerinde yolculuk yaptığını hissediyor. Trenin izlediği güzergâh, şehre adını veren Wupper Nehri boyunca kıvrılarak uzanıyor. Özellikle en batıdaki Vohwinkel istasyonundan başlayan demir kemerlerin üzerindeki bölümler, adeta bir açık hava tüneli gibi.
İçeride otururken bir yandan nehir aşağıda akıyor, diğer yandan şehir kendi gündelik temposunda ilerliyor. Ancak siz, yukarıdan onları seyrederken bambaşka bir tempodasınız. Bazen sağa hafif bir salınım, bazen sola bir eğim... Schwebebahn’ın her hareketi, sıradan bir sabah yolculuğunu lunapark hissine dönüştürüyor.
Tuffi'nin Atlama Hikayesi ve Şehrin Mizahı
Wuppertal’in en meşhur yolcularından biri bir fil. Evet, yanlış okumadınız. 1950 yılında, Tuffi adlı sirk fili, bir tanıtım gösterisi için Schwebebahn’a bindiriliyor. Ancak gazetecilerin telaşı, kalabalık ve titrek vagon nedeniyle korkuya kapılan Tuffi, kendini camdan dışarı atıyor.
Şans eseri nehre düşüyor ve sadece hafif sıyrıklarla kurtuluyor. Bugün o anıyı unutmamak için nehir kenarına bir fil heykeli dikilmiş. Şehirde Tuffi’nin adını taşıyan kartpostallar, kupalar, hatta süt kutuları bile var.
Wuppertal’in Göz Alıcı Sokakları ve Merdivenleri
Ama Wuppertal yalnızca trenle değil, adımlarla da keşfedilen bir şehir. Laurentiusplatz civarında yürürken, 19. yüzyıldan kalma evlerin ahşap panjurları, gri taş kaplamaları ve yeşil kepenkleri arasında kaybolmak mümkün. Heike’nin dediği gibi burası Almanya’nın San Francisco’su sayılır. Çünkü şehirde tam 500 basamaklı merdiven var. En ünlüsü ise adına aşık olacağınız bir yokuş: Tippen-Tappen-Tönchen. Adını, ahşap takunyalarıyla işe giden işçilerin çıkardığı tıkırtıdan alıyor.
Sanat, Kültür ve Müzik: Sessiz Devler Şehri
Wuppertal’in geçmişi sanayiyle şekillenmiş olabilir ama bugünü sanatla nefes alıyor.
Şehirdeki Von der Heydt Müzesi, Almanya’nın en kıymetli sanat koleksiyonlarından birine sahip. Hemen girişinde, heykelleriyle tanınan Tony Cragg’in devasa çalışmaları yer alıyor. Kentin konser salonu Historische Stadthalle ise hem görkemiyle hem de akustiğiyle büyüleyici. Efsanevi orkestra şefi Sir Simon Rattle’a göre burası dünyanın en iyi akustik salonlarından biri.
Ve tabii ki Friedrich Engels... Marx’ın yol arkadaşı, Komünist Manifesto’nun eş yazarı, işçi sınıfının sesi... O da bu toprakların çocuğu. Bugün Engels’in izleri şehirde hala hissediliyor; ama belki de en çok, çalışmak kadar hayal kurmaya da zaman ayıran Wuppertallilerde.
Bir Biletle Geçmişe ve Geleceğe Yolculuk
Bir gün Almanya’ya yolunuz düşerse, tren garlarına bakarken yere değil yukarıya bakmayı unutmayın. Çünkü bazı şehirler trenlerini gökyüzüne emanet eder. Ve bazı trenler sizi yalnızca bir noktadan diğerine değil, geçmişin hayaline ve geleceğin olasılığına taşır.